14 KİTAP
KARGO DAHİL
272 TL yerine sadece
49.90 TL

ŞEMŞİ PAŞA PAŞAZI, Şebnem Aybar
Roman, 360 Sayfa
Çikolata kutusunda yalnız başına bırakılan bitterlereydi sevdam. O yenilip yutulan sütlü lezzeti değil, damağa yapıştırılıp, saatlerce orada erimeye bırakılan acı tadı sevdim hep… ben “adam” sevmişim meğerse. Damağımda saatlerce yapışıp kalacak bir adam. Dişimi kıracak, tabakta öksüz bırakılmış bir beyaz leblebiyi istemişim. Aynada vişne çürüğü elbisemle ben varız. Oysa bir zamanlar her yerim maviydi. Denizle gökyüzünün benzeştiği kadar benzerdim maviye. Kirlettiler önce denizi. Sonra beni. Vişne çürüğü oldum sonra, bir yanım maviye direndi uzunca bir süre. Şimdi her yerim çürüdü. Her kadın bir kere en azından sevilmiş olmalı. Olmak zorunda. En azından bir cebi sevilmişlikle, sevişmişlikle dolu olmalı. Ve hınca hınç bir Eminönü otobüsünde, bir yankesiciye çarptırtmış olmalı o sevişmişliğini. “Elime her aldığımda bırakmak istemediğim, her bırakmak zorunda kaldığımda özlediğim bir dünya. Kelimelerinde, bakmak istemediğim tüm yanlarımın, kadın olarak yaşadığım zorluklarla, içimde gizlediğim gücün, en karanlık gölgelerimin kenarında geziniyorum. Bana olmaz bu demek istiyorum, olabileceğini fısıldayan her satıra rağmen. Kalk git çık buradan demek istiyorum. Kitabı bırakıp kendimden uzaklaşmak isterken elim tekrar o satırlara uzanıyor. O gitmiyor, ben de kalıyorum. Devam ediyorum okumaya… Başıma gelmemiş başıma gelenleri. Şebnem Aybar yine beni diliyle büyülüyor, hikayelerin sertliğiyle tokat atıyor, çalkalanıyorum.
YEŞİM CİMCOZ
BİR YENİ EVLİLİK İSTEĞİNİZ VAR, Erhan Tatlıdilli
Roman, 160 Sayfa
“Evet, Defne de o yaşlara geldi. Yirmi dokuzundan gün aldı ve bir daha hiç geri vermedi. Orta yaş krizi, Selim’le evlenirse mutlu olacağı takıntısı, içinde ukde kalan yazarlık ve yapamadığı sanatsal faaliyetler harmanlandı, geleceğe iki farklı pencereden bakan bir karakter meydana getirdi. Size iki uç renk taşıyan bir personadan bahsediyorum. Bir yanı sanat aşkıyla yanıp tutuşurken “ekorşe, ikonografi, abstre ekspresyonizm” diyor, diğer yanı evlilik aşkıyla kavrulurken “baldız, elti, görümce, kaynımgiller” diyordu. Leonard Cohen’in “A Thousand Kisses Deep” şarkısından, Ankaralı Recai’nin “Dünürümün Tekeri Kızgın Yağda Kavrula” çiftetellisine geçişli potpuriden oluşan elitlik ve eltilik arasına sıkışmış bir ruh hali düşünün.”
“Hiçbir zekâ testi bu kadar komik olmamıştı!
‘Bir Yeni Evlilik İsteğiniz Var’ tam da bu. Kitap, hiç de yabancı olmadığımız bir konuyu ele alıyor ama pek de aşina olmadığımız bir mizah diliyle. Sayfa sayfa değil, cümle cümle okuyacağınız bir zekâlar savaşı.”
KARAKALEM AŞK, İpek Anamur Genç
İpek Anamur Genç, 320 Sayfa
“Bütün bir ömür şu küçücük kutuya sığıyor, ne garip.
Birkaç gençlik fotoğrafı, bir mektup, bir toka, kurumuş bir papatya, istiridye kabuğu, bir şiir defteri.
Hepsi bu! Hayatta en kötü şey nedir, bilir misin?”
“İhanet mi?”
“Geç kalmak… Hayatta en kötü şey geç kalmak.”
Hayaller içinde yaşayan sıradışı bir ressam.
O’na tutku ile bağlı bir kadının aşkı uğruna ödediği ağır bedel.
Yağlıboya bir tablonun gölgesinde hayatının rotasını değiştiren Gül.
Berf in ve Demir’in çarpıcı, ezberbozan hikâyesi…
Kitaplığınızın tekrar okunacaklar rafinda yerini şimdiden hazırlayın…
MÜRDÜM RENKLİ ELBİSELER, Nihal Güvenli
Öykü, 112 Sayfa
“…Sahnede Carmen en ünlü aryasını okuyordu. Sanatçı kimdi bilmem. Ama öyle şişmandı ki, bir ara rol icabı kendini yere atınca ‘Eyvah, şimdi nasıl kalkacak kadıncağız?’ dedim. Neyse, şarkısını bitirirken ağır ağır doğruldu ve kalkabildi ayağa. Sonra başkaları da şarkı söylemeye başladı.
Opera dinlemeyi çok severim. Hele de Carmen! Ama o gün kendimi doğru dürüst veremiyordum, sahnede oynanan oyuna. Çünkü aklım hep, sahnenin tepesinde, yan tarafta herkesin belki de hiç dikkat etmediği ışıktaydı. Gözümü alamıyordum bir türlü o ışıktan…”
Nihal Güvenli yıllardır yazıyor ama bugüne kadar, yazdıklarını yayınlamadı.
Önce eğitimci, psikolog, daha sonra antikacı olarak geçirdiği ömrü boyunca bazen komik bazen acıklı kedi öyküleri, bazen gençlerle çalışırken edindiği deneyimlerle, çocuk ve gençlerle iletişim üzerine, metinler yazdı.
Son yıllarda kısa öyküler yazmakta. İlk öykü kitabı Mürdüm Renkli Elbiseler’de, kahramanlar çoğunlukla, ergenler, genç kızlar, genç ve yaşlı kadınlar.
80’li yılların bunalımlı günlerinde bir genç kadının opera izlerken kurguladığı fantastik dünya… ’60’lı yıllarda, bir Boğaziçi köyünde, bir Rum genci ve Türk kızının platonik aşk hikayesi…
Saatlerde, hızla gelip geçen yıllarda oluşan, değişimler… İki çocukluk arkadaşının, yıllar sonra savruldukları yerlerde, değişik konumlarda karşılaşması…. Biraz ironik ama yalın bir dille anlatılıyor…
TANRI OLMADAN HEMEN ÖNCE, Meryem Şahin
Öykü, 104 Sayfa
Ben konuşmam. Sadece dinlerim. Çünkü tek bildiğim ve yapabildiğim budur.
Günlerim, yıllarım böyle geldi, geçiyor. İnsanlar onları dinlediğimin farkında değil.
Bazıları karşısındaki kişi onu dinliyor sanıyor. Oysa sadece ben dinliyorum onu.
Bazıları kimsenin onu duymadığını sanıyor. Oysa ben duyuyorum.
Cafelerde, barlarda, pencere önlerinde, hastanelerde, otoparklarda, tiyatrolarda ben insanları dinliyorum.
Konser alanlarında bile müzikten çok onların seslerini duyuyorum.
İstedikleri kadar kısık sesle konuşsunlar, duvarlar örsünler, saklansınlar en dip köşelere;
kimsenin olmayacağını sandıkları köprü altlarında, metruk binalarda ben onları duyabiliyorum.
İKİ KADIN BİR UMUT, Nejla Bilgin
Roman, 224 Sayfa
Gerçek ile hayalin birbirinin içinde eridiği, tüm renklerin çarkıfelekte döndükçe beyaz renge büründüğü bir görsellik içinde yaşıyoruz. Hatırladıklarımızı gerçekten yaşadık sanırız bazen. Hatırladıklarımızın önemli bir kısmı hayal ettiklerimizdir aslında. Hüzün dolu duygular ve yaşananlar daha fazla yer tutar anılarda. Zamanla siyah renkli anılar eskiyip griye dönse bile kalıcıdır mutsuzluk anıları. Teninin üstüne giyilen ikinci bir ten olur, yapışır bırakmaz insanı. Yüzüne derin çizgiler çizer ben buradayım diye, her aynaya baktığında sessiz çığlıklar atar anılar. Güzel anılar güvercin kanadında yol alır, tavuskuşunun görkemli tüylerinde renklenir. Bahar çiçekleri gibi coşar ve solgun bahçemize kıştan sonra iyi gelir. Yüzümüze gülümseme, yüreğimize tatlı bir esintidir mutlu anılar. Güzel anılar ilkbahara benzer. Kısa gelir ilkbahar mevsimi insana, yaşanacak çok güzel duygular baharda cıvıltılarla dolaşan serçe kuşlarının şarkılarıyla bahar rüzgarlarında kaybolur gider. En güzel hayallerin kurulduğu mevsimdir bahar anılarda, güzel hatırlanır. Anılar yaşlanmaz sadece zamanda yolculuk eder. Umulmadık anlarda, bir köşe başından çıkıp bize çarpar. Herkes kendi hayatını yaşarken sadece hayal kuranlar, kendi ne hayal ediyorsa onu yaşar. Hayal ettikleri için mücadele eder. Bazıları hayal gibi yaşar, bazıları bir hayalin içinde yaşar, bazıları da hayal kuranların hayalini hayal ederek yaşar.
İKİ DİZE ARASI, Hande Ortay, Sinan Bayraktar
Roman, 128 Sayfa
Biraz deniz kokusu, biraz fener ışığı, biraz da mavi kantaron çiçeklerinin büyüsü eşliğinde geçen, acıyla başlayıp, umutla devam eden bir kitap bu… Kalbinin kırıklarını dalga kıranlara emanet etmekten korkmamayı anlatan, Martı seslerini aşk sözlerine çeviren, Ayrıldığın limanları gelincik tarlasına bulayan, Salonda bir vals izler gibi, ağaçtan zeytin koparır gibi, kuzunun çıngırak sesini dinler gibi okunan, Şiir ile öykünün, denizdeki dansına davet eden, İki dize arası, Ege kokusunu kalbinizde hissetmeyi, gerçek aşkın kıymetini bilmeyi, umut yolundan geçmeyi ihmal etmemeyi öğreten, Bir meltem rüzgârı esintisiyle okunan bir kitap bu elinde tuttuğun. Deniz inanıyor, fener de buna şahit oluyorsa geriye, yüreği dalga dalga sevdaya sürmek kalır. Denizin kokusunu, fenerin ışığını, mavi kantaron çiçeklerinin büyüsünü en derinden hissettiren şiir gibi bir öykü, öykü gibi bir şiir.
MARAL, Nejla Bilgin
Roman, 312 Sayfa
Yürek yangınları yaşadığımız anlarda bizi ferahlatacak su ararız. Bedenimizi, ciğerlerimizi suyun o soğuk ve ferahlatıcı lezzeti ile yıkarız. Bazen su, insan haline gelir yaşamımıza girer sözleri ile bizi arındırır, yangınlardan kurtarır.
Öykülerde su gibidir. Bazen içindeki bir karakterde kendimizi, bazen de iyi tanıdığımız birini buluruz. Düşüncelerimizde yıkanırız, ferahlarız. Kendimizi ve başkalarını daha iyi tanımaya başlarız.
Yol hikâyeleridir anlatılanlar, insanı bir yürekten başka bir yüreğe taşır. Bilmediğimiz hayatlara en mahrem duygulara bizi tanık eder.
Maral’ın arayışı gibi öyküler aradım. Yağmur bereketi ile öyküleri çoğalttım, rüzgâra savurdum, sadece size özel ve yalnız sizin kulağınıza söyledim. Öyküler yol arkadaşınız olsun.
ÇUKURDA BİR SABAH, Hayal Denizkuşu
Öykü, 144 Sayfa
“Hatırlıyorum da; babam gömüleli daha beş gün olmuştu. Annem; mezar taşı yaptırmak, babamın emekli maaşını çıkartmak için koştururken hani, sen beni mutfakta dizine oturtup yine o ekşi mayalı hamuru elime verip, “Bak,” demiştin bana. “Kapa gözlerini ve en sevdiğin şeyi çiz hamurun üzerine. Sen hatırladıkça, yaşattıkça kimse ölmüş sayılmaz ki.” Hayal Denizkuşu’nun ilk öykü kitabı naif ve kırılgan yirmi dokuz öyküden oluşuyor. Yaşamın ta kendisini çağrıştıran, küçük anlardan, ilişkilerden oluşan öyküler bunlar. Dünyaya gözlerimizi açışımız gibi, Bir Sepet Nefes adlı öyküyle başlıyor, çocukluk, gençlik, kadın erkek ilişkileri, yaşlılık diye sıralanıyor ve Bay Ö’nün öyküsüyle, bir ölüm dinginliğinde sona eriyor. Ama yazarın ne öyküleri ne şiirleri tükeniyor. Yazmayı bir varoluş olarak gören Denizkuşu’nun, daha çok öykülerini, şiirlerini okuyacağız, daha çok sesini duyacağız…
BU SABAH KİMİNLE UYANDIN?, A. Görkem Ercan
Deneme, 152 Sayfa
yalnızlık
hiç bir kadının beni terk edişi
sen yanımdayken hissettiğim yalnızlık kadar
zor değildi…
otostop
sen başka aşklara otostop çekerken
ben kendime uzun yol arkadaşı arıyordum
portmanto
oysa tek derdim
bedenini
portmantoda bırakıp
ruhunla beni sarmandı
GELİNCİKLER, Nejla Bilgin
Roman, 328 Sayfa
Düğün günü pencereden ilk defa gördüğü damadı beğenmeyen gelin, elindeki gümüş aynayı yere fırlatır, ayna paramparça olur, su dolu gümüş tas tahta döşemede ses çıkararak yuvarlanır. Babasının kendisine seçtiği damat ile evlenmek istemeyen gelinin acı dolu feryatları her yerden duyulur. Davullar susar, düğün evi cenaze evi sessizliğine bürünür. Beyaz gelinlik ile kırlara doğru koşan gelinin gözünden akan her damla yaş kan kırmızı gelincik çiçeği olur. Bir anda etraf uçsuz bucaksız gelincik tarlasına dönüşür. Kızının ardından giden baba, rüzgârda dalgalanan gelincik tarlasının içinde gelincik çiçeğine dönüşen gelini arar. Her adımda ayağının altında ezilen gelincik çiçekleri birer damla kan gibi toprağa karışır, toprakta gelincik çiçeği yeniden açar. Hangi gelincik çiçeğinin kızı olduğunu anlayamayan baba, gelincik çiçeklerini hoyratça koparmaya başlar, elleri kan kırmızı gelincik rengine döner, kopardığı gelincik çiçekleri hemen solar. Sesi rüzgârda kaybolur, kızına bir daha ulaşamaz. Her yıl aynı yerlerde kan kırmızı gelincik renginde açan çiçekler, ince boyunları ile kendilerini zorla evlendirmeye çalışan babalarından saklanan gelincik çiçekleridir. Küçük gelincik çiçekleri, hazin yaşam öykülerini sessizce rüzgâra fısıldarlar…
ÇIKALIM GÖKYÜZÜNE, Hatice Kara Sıvacı
Şiir, 128 Sayfa
Sade, duru, samimi, naif ve bir o kadar da yaşam sevincinin dolup taştığı dokunuşlar…
O en tekinsiz tarafının en çok sustuğu belki de en çok haykırdığı, sessizliğin çığlığıyla…
Yaşama en yakın duran sözcüklerdeki sarhoşluğun çılgınlığında…
Bakışların konuştuğu dilde mısraların arasından akan mavi mürekkebin boyadığı evren…
ÇAYA KAÇ ŞEKER, Elif Şebnem Akal
Hikaye, 136 Sayfa
“…Ben büyürken ‘şairler ölmez’ dediler bana.
Okudum şiirlerini Nazım’ın, Orhan’ın, Attila’nın ve daha nicesinin… Baktım gerçekten de ölmemişler. İstanbul’da bir parkta gördüğüm büstlerinden çok daha canlı sözleri hepsinin, nasıl da söylemişler. Anladım ki şairler hep yara almış hayattan, hiçbirinin tuzu kuru değil, hepsi bir mücadele vermiş aşka, hayata, haksızlıklara karşı. Bulutu, ağacı, çiçeği olmayan memleket yok yeryüzünde, şairi olmayan da, unutma…
Bütün şairler gazidir madalyası olmayan.
O güzelim dizelerin ödülü sadece ve sadece senin gönülündür.
O gönülüne birkaç dize sığdırabilsem, daha ne isterim?…”
Yaş ve zaman ikilemi ve de tüketimlerindeki hoyratlık. Elif hanım bir bardak çay ve bir parça şeker ile o acımasız yanlızlığa öyle bir isyan koymuş ki, benim de katılmamam mümkün değildi.
“Seni seviyorum, lütfen yarım şeker”
CAHİT BERKAY
Herkesin bir hikâyesi vardır şiire dönüşemez. Her şiirin bir hikâyesi vardır, anlatmaya kalksan hikâye olmaz… Elif yeryüzündeki tüm hikâyeleri şiire dönüştürebiliyor çünkü sihirli bir sözlüğü var, kalp harfleriyle yazıp, ruh müziğiyle söylüyor. İllâki okumalı. İçinden biri de zaten sizin hikâyeniz.
AYŞENUR YAZICI
Elif Şebnem Akal, “Elektronik ortam” kavramının şiiri içine aldığı sürece yakından tanıklık etmiş bir şair… Aslında tüm bir dönemi Elif Şebnem’in yaşadıkları üzerinden açıklamak dahi mümkün… “Çaya kaç şeker” demenin toplumun tüm kesimlerinde karşılık bulması da başlı başına bir şiir olayı… Her kültür, gelir ve yaş grubundan insanı etkisi altına alabilen bir metin oluşturmanın sırrını bir kitapta herkesle paylaştığı için teşekkür borçluyuz kendisine…
İSMAİL CEM DOĞRU
DÜŞLER VE GÖLGELER, İpek Anamur Genç
Roman, 280 Sayfa
Gitmek zordur. Ardında mutluluğu, geçmişi ve koca bir geleceği bıraktığını bilerek gitmek… Köklerinden uzak, savrulduğun o yerde tutunmaya çalışmak. Tekrar yeşertebilecek misin dallarını? Sonbahar rüzgârlarıyla uçuşan yaprakların gün gelip yeniden kaplayacak mı gövdeni? Bir kez daha sevebilecek misin, onu sevdiğin gibi? Unutmak mümkün mü avuçlarından kayıp gidenleri? Düşler ve Gölgeler, 90’lı yıllarda beş gencin üniversite bahçesinde filizlenen tutkulu dostluğunun, rastlantılarla değişen, farklı yollara savrulan hayatlarının ve düş ile gerçeğin iç içe geçtiği imkânsız bir aşkın hikâyesi… Şimdi odanın içinde dört dönüyor, saçlarını karıştırıyordur ya da düşünceli olduğunda yaptığı gibi sakalına dokunuyordur. Of nerede bu telefon! Kalemime değdi elim. Hayır, bu da değil. Heyecan doluydum. Çantamın içine eğildim. Evet, gördüm onu. Sonunda… İşte orada. Dokunuyorum… Sonunda buldum onu… Bu ses de ne? Bu gürültü… İncilerim… İncilerim parmaklarımın arasından hızla sağa sola dağılıyor, benden kaçarcasına uzaklaşıyorlar. Çabalıyorum ama tutamıyorum…